Her şey güzeldi aslında. Sen her an yanımdaydım, belki de varlığına alışmıştım. Hep vardın ve hiç gitmeyecektin gibiydi her şey. Beni fazla sevebilmen için hiç bir çabam olmadı. Sonra sen gittin...
İnsan ne yazık ki sevgiliyi gitmeden sevemiyor, elindekinin kıymetini varken bilemiyor. Gittiğin anda başladı gerçek hikaye, acılarım, göz yaşlarım... Benimleyken rahat olan gönlüm, gittiğin anda telaşa kapıldı. Giden kıymetlenir ya, en büyük hazinem oldun. Benim olması gereken sen artık başkasınındın. O gözler, o eller, kokun...
İyi olmaya çalışıyorum. İki haftadır doğru düzgün uyuyamıyorum. Göz altlarım mor ve patates çuvalı gibi ama gülümseyebiliyorum. Geceleri bazen ağlıyorum sonra susuyorum. Yemek yiyemiyorum artık. Sadece sigara altı yapıp devam ediyorum güne. Bir gün artık 72 saat falan, geçmiyor ki zaman. İnan çok fazla boktan... "Havalar güzel" diyorlar ama benim için hep gri, anlaşamıyoruz hiçbir konuda biriyle. Susuyorum sonra tekrar susuyorum. Sessizlik sağır edici oluyor. Film izlemeye karar verip vazgeçiyorum. Gezmeye dışarı çıkıyorum bakıyorum hava kasvetli ve gri eve dönüyorum. Gidişinin ardından pek bir şey değişmedi. Boktan olan hayat daha çok boktan oldu. Suç ne sende, ne de bende...
En zoru da ne biliyor musun? Aynı iş yerindeyiz be vicdansız. Varken yokluğuna alışabilmek nasıl piç bir duygu anlatamam sana. O'ndan gelen her mesajda yüzünde o boktan ama sıcacık gülümsemede Azrail'le düello yapar gibiyim. Sen nereden bileceksin ki. Neyse hâlâ gülümsediğini bilmek bana değişik bir huzur veriyor. Sen; Ağustos'un sıcağında iki kavak ağacının arasına kurulmuş hamakta, rüzgarın yüzüne vurduğu o anki çocuksu mutluluğun, huzurun adısın...
P.S:
Felaketim olurdu, ağlardım