22 Ekim 2013 Salı

Hangimiz daha hayvanız?

Alvora Munera kariyerine son verdi.

Öyle ki, yarışın son mücadelesinde gücünü yitiren Alvora yıkılır. Boğanın ona yaklaştığını görünce korkulu sonun yaklaştığını hissetti. Lakin boğa ona hiç bir şey yapmadı. Yarıştan sonra matador açıklamasında şöyle diyor: "Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim. Kendimi dünyanın en vahşi mahluğu gibi hissediyordum."



Bu sadece bir tanesi... Hangisi daha hayvan? Ülkemiz ve dünyada ki yaşanan tüm vahşiliği sadece izleyip duruyoruz. "DUR" diyecek kadar cesaretimiz yok....

Koca kas yığını güçlü erkekler olarak, dışarı, işte baskıya maruz kalıp sinirimizi evdeki kadından çıkarıyoruz. Kadında küçücük çocuğundan...

Devlet onu var eden millete arkasını dönüyor, polis koruması gereken halka, asker kutsadığı rejime... Herkes ihanet içinde...

Orta doğu zaten kan içinde, minicik bebekler, boyu kadar kurşunlarla ölüyor. Biz çok üzülüyoruz, sonra televizyonu açıp küçük osman'a ağlıyoruz. Biz insanlar acaba ne kadar insanız? 

İnsanlığımız kutsal kitaplardan ibaret kaldı. Canımız yandığında dünya yakan bizler, can yandığında sağı, dilsiz ve kör oluyoruz. Hangimiz daha hayvanız? Hayvanlar mı? İnsanlar mı?

12 Eylül 2013 Perşembe

Yaşasın Savaş Var!


"En kötü barış, en haklı savaştan iyidir..." Marcus Tullius Cicero
"Savaş zaruri olmadıkça cinayettir." M.Kemal Atatürk

Dünyanın her yerinde (özellikle de İslam coğrafyası) savaş var. İnsanoğlunun en kötü icadı silahlarla yine insanoğlu ölmekte, öldürülmekte. Kendi cinsine bu kadar vahşice davranan başka bir yaratık yokken. Ülkemizin etrafındaki ülkeler kaos içinde, kimin neden, kim tarafından öldürüldüğü belli değil...

Mısır'da yaşanan askeri darbede binlerce masum insan zarar gördü, yaşamını yitirdi. Hemen yanı başımızda Esad rejiminin zulmüne maruz kalan insanlar... Allah'tan Amerika gibi güçlü, kudretli ve barış dağıtan bir ülke başımızda var.(!)

Başbakan yardımcılarından Sayın Bülent Arınç ne demişti "Suriye'ye girmek için Amerika'yı bekliyoruz. Uygun görülür ve bir müdahale kararı çıkarsa bizde koalisyonda olacağız. Amaç Suriye halkını zulümden korumak..."

Gezi olaylarında Amerika'nın ve Amerikan basının tutumuna "Firavun" diyenler şimdi Amerika'ı "Musa" görmekte... Dehşet içinde izlemekteyiz efenim...

*Efendi nasıl hareket ettirirse, kukla o yöne gider.

Amerika, Fransa ve İngiltere hava operasyonu ile Suriye'de taş taş üstünde bırakmayacak, ondan sonra Mehmetçiklerimiz Suriye'ye karadan girip Allah ne verdiyse özgürlük dağıtacak. (yersen) Yine analar ağlayacak. Birileri zengin olacak, kimileri ölecek, bazı kadınlar tecavüze uğrayacak...

*Savaş şan ve şöhret değil... Kan, gözyaşı ve tecavüz getirir.

"Kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için her gece Allah'a dua ediyorum." Recep Tayyip Erdoğan / Amerika-Irak Savaşı

Irak'ta tecavüze uğrayan kadınlar? Ölen ve ölmekte olan iki milyonu aşkın sivil? Tamamen yıkılan bir ülke? Bomba seslerine aşina minik bedenler? Yetimler, öksüzler, dullar, yalnızlar? 31 milyon Irak'lının kanlı gözyaşlarını unutup nasıl Suriye ile savaşılır?

Hani dininde yazmıyor mu "Müslümanlar kardeştir." Peygamber veda hutbesinde de demişti... Kardeş kardeşi öldürür mü?

Sayın Başbakanımız tüm dinlerde dememiş miydi? "Öldürmeyeceksin!" neden öldürmek için bu kadar çaba harcıyorsunuz? Neden?

Meclisteki üç parti... "CHP, MHP  ve BDP" savaş istemezken böyle bir vicdani yükün altına tek başınıza nasıl girebiliyorsunuz Sayın AKP'li bakanlar, vekiller?

* "Irak’ta ölen bir tek çocuğun vebalini 7 sülaleniz alnını secdeden hiç kaldırmasa da ödeyemeyecektir." Prof. Dr. Necmettin Erbakan



Yazıktır, günahtır, vebaldir..

Artık Türk vatandaşlarının Mısır, Suriye, Irak ve diğer ülkelerde (İslam ülkelerinde) can güvenliği yok. Bir zamanlar saygı uyandıran Osmanlı kanlarımız artık şandan ve şereften bir haber... Bizi kimse sevmiyor. Ne Batı, nede doğu...

Rusya, İngiltere, Fransa, İran, ABD, Suriye .... Bizene ki bunlardan? Bizi neden ırgalıyor. Önemli olan Suriye'nin toprak bütünlüğü... Irak, Afganistan, Pakistan... Amerika girdiği hangi ülkeden çıktı? Ne kadar özgürlük dağıttı?

* Zenginler ve yaşlılar savaş ister, fakir gençler ölür.
* "Korkuyorum birgün biri çıkıp ey insanoğlu diyecek ve kimse üstüne alınmayacak." İlhan Berk


P.S: Gebersin savaş isteyen , ölüm isteyen, insan sevmeyen, kürk giyip hayvanlardan daha hayvan olan caniler. Kahrolsun Zalimler, din tüccarları, faşistler, insanlığını kaybetmiş caniler. Ölümlü bedenlerinizde ki bu kadar ölümsüzlük isteği neden? Neden sevemiyorsunuz kendinizi? Kendinizi azıcık sevseniz sevebilirsiniz "sevmeyi"...  

*Bir savaş çıkarsa ağıtlar Türkçe, Kürtçe ve Arapça olacak... Zafer çığlıkları İngilizce ve İbranice...

25 Ağustos 2013 Pazar

Geziciler Vs Mısırcılar





Türkiye, ah güzel halkım. İçlerinde ki o vahşi Türk kanı, her daim hareket etmekte. Ne zaman ki yerleşik hayata geçtik. Özellikle Anadolu'da, her daim savaştık. Üç kıtaya hakim olduk, sonra durulduk. Savaşacak adam yok karşımıza kendimizi aldık...

Cumhuriyet'çi, Halifet'çi... sağcı, solcu, sunni, alevi, Türk, Kürt, Laik, Muhafazakar şimdi de AKP'li ve AKP'li olmayan diye ayrılmış durumdayız. 90 yıldır senaryo aynı, aynı diziyi 5456 kere izleyen bir millet olduk. Aziz Nesin bu ülkenin %60'ı aptal derken yanılmış %99.99 demeliydi. Akıllısı yok.

Şu anda da AKP destekçileri ve desteklemeyenler tartışıyor. Sosyal medyada ve sokakta... Devlet eleştiriliyor, yıkılıyor, düzenleniyor, kuruluyor... Biz de yaparız elbet yapmasına da başımızda bir büyükle...

Artık o kadar abarttı ki bu kesim. "Yeterrrrrrrrr artıkkk!! Susun bir başım ağrıdı" diye bağırmak istiyorum. Sadece bende Türkiye'yi yordu bunlar, başımızı ağrıttılar. Aslında bunları toplayıp ıslak sopa ile döveceksin.

Biri mini etekli, diğeri çarşaflı... Yani? Biri metalden mi? İkisi de insan... İnsan yahu. Yaşam sıvısı kan, vücuduna kan pompalayan organ kalp, apandisiti patlayan sıradan insan. İki tarafında at gözlüğü buradan...

Gezi Parkı savunucuları ve Mısır darbesini protesto edenler...

Gezi Parkı için (siyaset içeri girmeden 3 gün) oradaydım, Mısır için Bebek'te, Kazlıçeşme ve Saraçhane'deydim.

"Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil." Malcom X


Şimdi Gezi'cilere laf atanlar ve Mısır darbesine küfredenler birbirine sallıyor. Hani özgürlük? Hani kardeşlik? Mısır bizim toprağımızdı? Biz hepsinin ağabeyiydik? Ölen bebekler var. Biz 90 yıldır kanı durdurduk mu? Nasıl darbeye alkış tutabilirsin? İnsanlığının bekaretini ne zaman bozdurdun? Nasıl uyuyabilirsun?

Günaydın ülkem, Türkiye yavaşta! (Coming soon)

P.S: İnsanlığınızın içine sıçayım. Doğu Türkistan, Çeçenistan, Afganistan, Irak, Pakistan, Keşmiş, Mısır, Suriye, Patani, Filistin... Ölen araba, Türk, Kürt, Lain, Müslüman, Hıristiyan.... ölen İNSAN! Öldürenin adı da İNSAN....

5 Ağustos 2013 Pazartesi

AKP ve CHP kardeşler...





Cumhuriyet Halk Partisi , Türkiye'nin en köklü ve ideolojisi güçlü partilerinden biri. 1950 yılındaki genel seçimlere kadar ülkeyi tek başına yönetti. 27 yıl... Çünkü tek partiydi. Demokrasiye kolay alışabilmesini CHP'den beklemek devenin hendekler arasında bir yarışa katılıp birinci olmasını beklemekten bile daha ütopik...

Neyse 2002'ye geldik. Bir Liberal, Demokrat parti gibi, Anavatan gibi, ansızın çıktı ve Tükiye'nin yarısının oyunu silme süpürdü. Bu senaryolara yabancı mıyız? Hayır, sahne aynı bu sefer karakter farklı, başrol artık Adalet ve Kalkınma Partisinin...

2002'den beri iki parti ne yaptı? CHP "sıfır" ana muhalefet, AKP'de İsrail, Amerika ve Avrupa yanlısı ılımlı İslam taktiği ile her geçen gün büyüdü. Halk, medya, iş dünyası tarafından kutsandı ve büyüklüğü reddedilemeyecek kadar arttı. 1938'lerin CHP'si gibi... 

*Kazanan hep AKP ve CHP oldu.
*Kaybeden bir Türkiye ve koca bir halk.

Millet vekilleri hep kendini düşündü. Çünkü milletin vekili diye bir şey yoktur çünkü. Yeğenlerinin gülü vekil vardır.

Merhum Erbakan derdi ki: "Bir horoz dövüşüyle toplumu iki cepheye ayırmak, halkın AKP veya CHP saflarına kilitlenmesi istenmektedir." derdi de inanmazdık ahanda oldu olan...

MHP ortada yok zaten. Nasıl olsun? Merkez sağ AKP tarafında, elleri güçlü olsa şuanda bu olana böyle olmazdı belki de...  BDP tüm Türkiye'de at koşturuyor. Haddin fazla bir özgüvenle...


CHP'nin gücü laiklik.. %20

AKP'nin gücü muhafazakar kesim, kararsız kesim %60, 65.


CHP, 40 yıldır arkasını döndüğü halka yüzünü de dönemiyor. Bir seçim oluyor çarşaflıya rozet takıyor, bir bakıyorsun baş örtü yasasını iptal ettiriyor.


AKP, teröristle görüşmedik diyor sonra görüştüklerini iddia ediyor. Halka şiddet yok diyor sonra kabul ediyor. Medya gücünü tek taraflı kendini kullandırıyor. Sesi çıkanı aşağı alıyor...

Meydanlardan birbirlerine ağza alınmayacak kadar belaltı seviyesinde hitap ediyorlar... Horoz dövüşü değilde nedir bu?


Ey AKP, CHP Doğu Türkistan'da binler ölürken Çin'e kaç kere ültimatom verdin?

CHP, sen Atatürk'ün kurduğu demokratik bir parti, Mısır'da olan bir darbeyi nasıl savundun?

AKP, her hükümetin arkasında senin arkanda duran İsrail ve ABD ağabeyleri yok. Sen neden gaz veriyorsun herkese? Bak yıkılıyorlar sonra...

Kendinizi bu halkın efendileri sanıyorsunuz. Bakın sanmayın. Bizim paramızla maaş alan insanlarsınız. Patron biziz, halkız. Akıllı olunuz!


Bknz: Liderler Açıkoturumu - 11 ekim 1991 -  http://www.youtube.com/watch?v=niqVS6ovS68


Budur kibarlık, centilmenlik.. Aynı masa da medenice.

CHP olmazsa AKP'ye gerek yok. AKP yoksa CHP'de olmaz. Kardeş bunlar kardeş...


P.S: Anadolu da bir laf vardır. "Ak bok, kara bok. Ne fark eder bok yine bok," diye. Konu ile alakası yok ama bir gün bir yerde kullanırsınız belki....

30 Temmuz 2013 Salı

Popcorn İnsanlık...






Mısır'da demokrasi savaşında ölü sayısı 127 yaralı sayısı 299 olduğu tahmin ediliyor. Yıllardır cunta yönetimin, postallı ayakları altında ezilen halk. Seçimle lider seçtikleri Mursi'ye sahip çıkıyor, canları ve kanlarıyla...

Mısır'da asker yine dayanamadı tabi ki. "Demokrasiye ne hacet, ne gerek var?" der gibi tanklar, ağır silahlar ve postallar sokaklarda, caddelerde. Rabiatul Adeviyye meydanı kan ağlıyor lakin her dakika daha da kalabalıklaşıyor. Kalabalıklaştıkça asker halkını öldürüyor. Sisi'ye Si git demek düşüyor ama dünya susuyor.

Dünyanın büyük gücü, koruyucu, demokrasi dostu ve özgürlük dağıtıcı Amerika susuyor, Birleşmiş Milletler susuyor, İttifaklar, Arap Birliği, İslam Örgütü, Çevreciler, İnsan Hakları Aktivistleri susuyor, dünya susuyor... Kulakları sağ edici çığlıklar göğü yırtarken insanlık susuyor Mısır'a...

Irak'ta sustuğu gibi, Afganistan'da sustuğu gibi, Pakistan'da sustuğu gibi, Arakan, Patani, Keşmir, Nepal, Doğu Türkistan, Filistin, Somali, Burnika Faso, Kosova, Bosna Hersek, Çeçenistan, Cibuti.... Herkes izliyor, herkes görüyor, herkes üzülüyor ama herkes susuyor...

Türkiye'de özgürlük olmadığını söyleyen ben, Gezi Parkı için evime girmeyen ben, ne zaman bu kadar duyarsız olabildim? İnsani duygularımı ne zaman, kim köreltti? Empati neden kuramıyorum? Evime bomba düşmedi diye mi? Babam ekmek almaya gittiğinde kurşunla öldürülmedi diye mi? Aç kalmadım diye mi? Heyhat insanlık dağıt ey rab!

H.Y

"Korkuyorum, bir gün biri çıkıp Ey İnsanoğludiyecek ve kimse üstüne alınmayacak" İlhan BERK

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Elif Şafak nasıl Elif Shafak oldu?





Elif Şafak nasıl Elif Shafak oldu?


 Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı kitabında yazdıklarından birkaç kesit :

“Toprağımızdan kovulduk, eşyalarımızdan olduk, hayvan muamelesi gördük, koyun gibi kesildik. Doğru düzgün haysiyetli bir ölüm bile esirgendi bizden.”

“Silah arama bahanesiyle Ermeniler’in evlerine girip sonra da yağmalıyorlar… Sıradan Türklerle ne konuşacaksın, eğitim görmüşler bile ya milliyetçi ya cahil...”

“1909 Adana katliamlarından ya da 1915 tehcirinden.. Bunlar sana bir şey hatırlattı mı? Ermeni soykırımı diye bir şey duydun mu? Erkek bırakmıyorlar ortada...”

“Ayaş’ta sağ kalan olmamış. Çankırı’ya götürülenler de peyder pey öldürülmüşler. Sopalarla, balta saplarıyla dövülmüşler. Bazıları açlıktan ölmüş,bazıları da öldürülmüş.”

“Orada yerleşik milyonlarca Ermeni’ye ne oldu peki? Asimile edildiler! Eridiler!Y etim bırakıldılar. Sürüldüler. Mal mülklerinden oldular. Türkler’di 1915’te bunları yapanlar.”

“Sen kalk gel Orta Asya’dan, dal dostoğru Anadolu’nun bağrına... Bütün akrabalarını 1915’te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum.”

“Türkler, Ermenilerin evlerini basıp yağmaladılar, sopalarla balta saplarıyla dövdüler, aç bırakıp öldürdüler, asimile ettiler, yetim bıraktılar, mallarını mülklerini ellerinden aldılar, soykırım uyguladılar; Türkler tam bir kasap!”

Baba ve Piç

 Ardından Elif Şafak Sanat ve Edebiyat Nişanesi(Chevalier Des Arts et Lettres) ödülü ile taçlandırdı Fransa...

Orhan Pamuk? 

Türkler 1 milyon Ermeniyi ve 30 bin Kürdü öldürdü” dedi ve Nobel.. Susuyoruz ve bu komediyi izliyoruz... Ve bunları yiyoruz, vallahi yiyoruz... 



P.S: Ooo maaay gaaddd! O ödüller alınırken göz yaşlarıma hakim olamadım. Ne övünç verici, ne mükemmel bir şey. Ahh kıyamam onlara ben. Neyse siz yine de okuyun onları.



P.S2: 
Elif Şafak / Shafak abhuahsahdhasfgajdjas :D 

Vatanseverlik...





Bir bireyin ülkesine duyduğu sevgi ve bağlılıktır. Vefa'dır lakin günümüzde o da sadece bir semt adıdır. Köpek bile yediği kaba pislemez iken bizim içimizden, tamda bizden olan insanlar köpekten daha beter bir halde. Onu, anasını, babasını doğuran, besleyen bu Anadolu topraklarına ihanet içindeler...

Bazen vatanseverlik Uğur Mumcu olmaktır. Sol olup, aydın olup bu ülkede milyonları küçücük kollarında kucaklayabilmektir. 


Eşref Bitlis olmaktır. Devletin hatasını kabul edip devletin bekası için çalışabilmektir.


Gaffar Okan gibi bölücülerin gelir kaynaklarını canın pahasına yok etmek, o para akışını kesmektir.


Recep Yazıcıoğlu, vatanı, milleti, geleceği için delicesine çalışıp "Süper Vali" olarak bir ülkenin kahramanı olabilmektir.


Muhsin Yazıcıoğlu gibi 7.5 yıl hapisin 5 yılını ışık almayan hücrede tek başına geçirip suçsuzluğu anlaşılınca "Vatan sağ olsun" diyebilmektir.


Vatanseverlik öyle isimle, güçle kudretle olacak iş değildir. Lakin ismini tarihe altın harflerle yazdırır "Vatanseverlik."


Nene Hatun mesela 20 yaşındayken küçük oğlunu ve kızını evde bırakıp Erzurum Aziziye Tabyası'nın savunulmasına üstün başarı gösterip tarihe ismini yazmıştır.


İstiklal Madalyası sahibi Kara Fatma ya da ülkesi için donarak ölen Şerife Bacı... 



Vatanseverlik öyle milliyetçilikle alakalı bir şey de değil. Nene Hatun Kürt. Şerife Bacı Türk. Biri solcu, diğeri sağcı... Amaç  bir, ülkenin bekası ve büyüklüğü. Bizi doğuran Anadolu topraklarına dik ve onurlu bir duruş belki de. Zor zanaat bu devirde delikanlı olabilmek. Anadolu kadını kadar delikanlı olabilmek ise çok daha zor... 



Önemli olan köpekten daha alt seviyede olmamak. Çünkü yediği kaba pislemez köpek. Pislerse kapı dışarı atılır. Bir gün herkes atılır, er ya da geç...

18 Temmuz 2013 Perşembe

Ayşe tatile çıksın...




Ayşe Arman, usta gazeteci, sağlam kalem, iyi bir yazar... "Kime göre?" diye sorunuzu duydum. Değişken midir zirvede olmak, pek fazla değil ama değişkendir. Ayşe'nin oturduğu yer belli çünkü... Güçlü bir koltukta.

Sanırım son günlerde Ayşe tarzını değiştirdi. Magazinsel ve sosyal sorumluluktan direk silahlarını hükumete çevirdi. Polis teşkilatı üzerinden vuruyor birilerine... Geçmişe baktığımızda Ayşe kadına karşı şiddet, tecavüz ya da popüler sanatçılarla yaptığı röportajla gündeme gelirdi. Aşk-ı Memnu "Yastık" olayını unutmadık değil mi?

Tarihinde en kötü röportajı Ertuğrul Özkök ile olandı. Allah'tan sevgili Balçiçek İlter okkalı bir cevap verdi ona. Ah o uyuz günler. Ayşe yoruldu yoruldu.

Şimdide polisleri konuşturuyor Ayşe. Sorular soruyor, cevaplar alıyor. Devlet devlete atarlanıyor. Polis diyor ki: "Arkadaşın eşi doğurdu, aradan 17 gün geçti, çocuğunu göremiyor. Yeni doğmuş bebeği Taksim’e getirip, babasına gizlice gösterdiler. O haldeydik..."

Komedi filmi? 17 günlük bebeği zaten hangi şuurla oraya getiriyorlar? Ayrıca Gezi Parkı'nda görev almayan polislere Gezi Parkı olayları ile ilgili soru sormak nasıl bir mantıktır? Canım ya Ayşe yoruldu.

Ayşe önemli olan bulunduğun yerden birilerine sallamak mı? Yoksa kötü gördüğün bir şeyi yaygara, hava atmadan düzeltmek mi? Kendi içinde cevap ver Ayşe.

Napacak ama kız, yoruldu yoruldu. Yıllardır bir yere gelecem diye didinip durdu, çok çekti be. Reklam filmlerinde, sinema filmlerinde içi dışına çıktı. Reklamlar da kıza daire sattırmaya çalıştılar. Fanus gibi bir rezidansa sıkıştırdılar. O da ne yapsın komşu aradı kendine. 

Ayşe'de bir de şöyle bir şey var. O herkesi eleştirir, herkesi yıkar geçer ama kendi eleştirilemez. Tipik bir milletvekili gibi. Acaba aday mı olsa? Siyasette ne can yakar, ne gündem yaratır bizim Ayşe.

Benim naçizane bir tavsiyem var Ayşe'ye. Yoruldu, vallahi çok yoruldu. Ayşe tatile çıksın be. İzin ver Hürriyet...

P.S: Şimdi "Ayşe'ciğin yaptığını yapıp bir yerlere saldırıyorsun sende" diyebilirsiniz. Benimde tatile ihtiyacım var sanırım. Bazen kendi kendime konuştuğum bile oluyor, neyse bunu bilmeniz size bir şey kazandırmayacak, lakin okumaya devam ediyorsunuz. Meraklısınız. Neyse öptüm, by, kib, aeo.

4 Temmuz 2013 Perşembe

Popcorn..







Mısır medeniyetin bel kemiği, insanlığın aynasıdır. M.Ö 4500 yılına dayanan bir geçmişi vardır. Geleceği de olacaktır. Her zaman bir özgürlük mücadelesi vermiş ve kazanmıştır.

Gel gelelim 3 Temmuz darbesine, postmodern falan değildi. Düpedüz DARBEydi. 30 yıllık Hüsnü Mübarek diktatörlüğü ardından Mısır Devrimi ile Hüsnü Mübarek gitmiş ve halk uzun yıllar sonra sandıklarla bir adamı seçti Muhammed Mursi.

Muhammed Mursi oyların 3/2'sini alarak Mısır'ın 5. Cumhurbaşkanı olmuştu. Darbenin ardından yaşanan gerginlikler, ekonomi, işsizlik gibi konular halkı tekrar sokağa döktü ve 22 Kasım 2012'den 3 Temmuz 2013'e kadar devam eden eylemlerin sonrası Silahlı Kuvvetler ülkenin yönetimini eline almıştır. Mursi darbeyi kabul etmemiş ve ev hapsine alınmış. Mursi yandaşları kefenlerini sırtlarına alıp sokaklara, askerin karşısına dökülmüştür...

Hadi bir ülkede bir şeyler yaşanıyor. Halk, asker, siyasi tamamen birbirine girmiştir. Akıllı bir adam bunu yorumlayan ülkelere bakmak zorundadır. Darbeyi destekleyen zihniyete bakmak zorundadır.

Suriye Diktatörü Esed: Mısır'da olan İslamın çöküşü.

ABD başkanı Obama: Ordu kalıcı değil geçici olmak zorunda.

BM: Durum endişe verici.

Suudi Kralı: Askeri tebrik ediyoruz.
***

BM zaten kız gibi her şeye ağlıyor ama bir yaptırımı yok. Çifte standartlarıyla tanıyoruz.

ABD petrol kokusu aldığı ülkeleri özgürleştirir(!) ve o ülkeden çıkmaz. Açıklaması zerre tatmin edici değil.

Suudi Kralı, keyfinde. Parası, ülkesi ve haremi ile hava atma derdinden, diğer ülke ve insanlığın acılarını gördüğünü sanmıyorum bile.

Esed... Ah Esed sen en son konuşacak adamsın. Senin ağzına mı kaldı bir ülkeyi eleştirme? Ajdar'ın Eurovision'da juri üyesi olması gibi bu. Sen katilsin be Esed. Sende devrileceksin, az kaldı.

Türkiye'den sevgili CHP milletvekilleri... Bir milletvekili bu sözleri nasıl söyleyebilir? Darbeyi, postalı, cuntayı nasıl savunabilir? Halkın iradesini nasıl hiçe sayabilir? İşte bu yüzden laiklik dışında hiçbir şekilde oy alamaz ve %20'den yukarı alamayacaksınız.

Mısır'ın, Mursi'nin ve asil Mısır halkının onurlu mücadelesini kutluyorum ve yeniden ihtişamlı günlere dönmelerini temenni ediyorum... Dönmeli ki ellerinde popcorn'ları ile sizi izleyen nifak tohumları atan ülkelere karşı masaya yumruğunuzu vurun!

Tahrir meydanında yeniden özgürlük şarkıları söyleyeceğiniz ve darbe yanlılarını cezalandıracağınız, tanklara ve silahların namlularına çiçek koyacağınız günlere. Siz Hz. Musa'nın direnişini yapıyorsunuz. Bizler sizinleyiz. Firavunları boğmak için...

P.S: Darbeyi destekleyen herkes Berfo ananın oğlunun katilidir! Ellerinizdeki kanı silin!

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Kavga etmeyin sevişin...





31 Mayıs 2013 Taksim Direnişi... Ondan, bundan, şundan...

İlk günden beri alanda olmanın gururu ve sevinci her an içimde var olacak. Yediğim gazlar zaten bir harikaydı. Sanırım bu kış herhangi bir virüs bana yaklaşamayacak. Zaten TOMA'yla ciddi ve düzeyli bir ilişkim olduğu kanaatindeydim.

Marjinaller falan yoktu. Açığı, kapalısı, yaşlısı, genci, çocuğu... Polisten kaçarken birbirine çarpıp özür diliyordu insanlar. Nasıl marjinal olabilirdik?

Polisin orantısız gücüne bizzat tanıklık ettim. Divan otelinin önünde uyarılma olmadan onlarca biber gazı kapsülü ve iki TOMA'nın suyuna maruz kaldık. Taş çatlasın 70 kişiydik. İyi giyinimli adamlar, topuklu ayakkabılı kadınlar, çok marjinaldik çok. Yalan yanlış bilgiler dolandı durdu. Neyse ki üçüncü gün Taksim'e girebildik. Sabahına mükemmel bir temizlik gerçekleşti. Gezi parkından dışarı, Taksim meydanına bir baktım ki, her yerde siyasi partiler, bölücü Apo posterleri. O an gözlerim doldu. Ben o yorgunluğu, acıyı, çileyi bir kaç partinin rantı için yapmamıştım ki. Özgürlüğüm ve demokratik hakkım için vermiştim bu kadar çabayı. Acaba kandırıldım mı?

Hiçbir zaman unutulmayacak kayıplar, derin yaralar açıldı. Kelimelerle tarifi olmayan yaralar... Hiçbir zaman tekrar aramıza gelmeyecek kayıplarımız...

"Menderes asıldı, Özal zehirlendi, başbakanımızı yedirmeyiz" kimse kimseyi yeme telaşında değildi zaten.

Başbakanın eşine yapılan fütursuz sözler ve Halit Ergenç'in eşi Bergüzar Korel'e söylenen sözler...

Her iki tarafta terbiyesizler ordusu olduğu aşikar. Her iki tarafta provokatörler var.

Kamu malına zarar, esnafa zarar, çevreye zarar evet var. Hatta Okmeydanı'nda ağaç yakıldı. Buna birebir şahit olmak üzücü ama her eylemde vardır...

El-Kaide, Hizbullah kötü diye, bu hoş görü dini İslam'ı kötüler mi? Ya da tüm müslümanları? Her kalabalıkta aşırıcılar olmuştur, olacaktır.

İdrak edemediğimiz bir şey daha var. Polisin, milletvekilinin, başbakanın patronu BİZLERİZ. MİLLETtir patron. Biz maaşını öderiz her bir adamın.

"Türk milleti zekidir." M.Kemal Atatürk... Zeki Türk milletinin seçtiği adamları eziyoruz, eziyoruz... Peki iktidarın karşısında etkisiz eleman gibi duran, SIFIR MUHALEFET'i prensip haline getirmiş meclisteki diğer partiler? Onlara inadına oy verenler koyun değil midir efenim?

Boş verin her şeyi, herkesi... Dış güçleri, iç güçleri, düşmanları, ayrılıkçıları, ırkları, dinleri, dilleri, renkleri, cinsiyetleri...

Tek Çare Sevgi... İlk önce aynada gördüğümüzü sevmekle başlamalıyız işe. Kavga etmeyin sevişin, sevişin...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Sen...




Yine karanlık çöktü şehre, fonda taş plakta çalan Müzeyyen Senar "Gamzedeyim deva bulmam."
Yalnızlık geldi karşıma "yine ben geldim" dedi ve buzlu rakısını kaldırdı "bize" dedi.
Titredim, istemeyerek de olsa uzattım kadehimi, pis pis sırıttı yüzüme,
Adını defalarca yazdığım cama baktım, ansızın silüetin belirdi ve ağlama nöbeti tetiklendi.

Adın süzüldü, ince belli bardaktan, kan damlarcasına, gereksiz ve acıydı...
Masaya kustum bir anda, hayallerimiz çıktı ortaya, bahçeli küçük bir ev, bahçesinde oynayan iki güzel çocuk...

Ağzımı sildim kokunla bulanmış hediye ettiğin elbiseye, iğrendim, midem bulandı, tekrar kustum hayalleri... bizi.
Camdan ıslanmış, çıplak şehre baktım, tanışmamız geldi aklıma, minik, boktan bir börekçide yağmurdan kaçıp, birbirimize tutulmuştuk.

Elbiseni gözyaşlarımla ıslatıyorum bu sefer, kokun bürüyor, mum ışığının acizliğinde aydınlanan odayı,
Masadaki resmine ilişiyor gözlerim, adın sızıyor tavandaki aralıklardan, yine dayanamıyorum bir kova koyuyorum altına, seni özlediğimde lazım oluyor...
Gramofonda sen çalıyorsun, dışarıda sen yağıyorsun, bardaktan sen akıyorsun, gözlerimde ki sağnağın adı sendin.

Ben seni bende yaşıyorum, güneş elveda derken şehre, sen doğuşu nerede, kiminle kutluyorsun?

Hüseyin Yıldız... 

31.12.2010

26 Mayıs 2013 Pazar

3 Ten 1 Yalnızlık (giriş)






                                   2008






            Hüzün kokuyordu Ankara’da hava… Ellerim ceplerim de biçare dolanıyordum Tunalı’da. Ankara hep böyleydi. Sisli, puslu, inatçı, belki de bu yüzden seviyordum bu kenti tıpkı benim gibi… Ama havası fazla resmiydi. Herkesin gözlerinden bir bıkmışlık okunuyordu. Soğuk siyasetçilerin, monotonluktan sıkılmış memurların ve emirler üzerine kurulu hayatları olan askerlerin kentiydi burası. Sanırım bu kadar resmiyetin arasında canlı bir şehir beklenemezdi.

            İş yerinden başım önde çıktım yine sokağa. Bunun kaçıncı iş başvurum olduğunu bile unutmuştum... Kaçıncı ''Biz sizi arayacağız?'' deyişleriydi? Yorgunluktan bitap düşüp kendimi zorlukla evime attım. On gün sonra kira günüydü ve cüzdanımda sadece otuz lira vardı. Bir de masanın üstünde birkaç bozukluk. Borç alacağım bir arkadaşım bile yoktu. Üç yıl önce babamla kavga edip evden çıkmıştım. Hiç istemediğim bir adamla zoraki bir evlilik yapmamı istiyordu. Aramızda 12 yaş vardı ve daha önce evlenip boşanmıştı. Garip annemde çaresiz ona boyun eğiyordu.

            Yalnız bir bireydim ve biliyordum bu beden buyruk altında yaşayamazdı. Kendini kendinden başka kim daha iyi tanıyabilirdi ki?

            Sıkıla sıkıla okuduğum kitabıma devam ettim. Çok satanlar listesinde görüp almıştım. İsim yapmış güzel bir kadın olmasına rağmen sıkıcı bir anlatımı vardı. Bir, iki hoş söz dışında boş bir kitaptı. Burada da anladığım kadarıyla şişirilmiş bir isminin olması, dolu bir insana işaret değildi. Kitabın ağır kelimeleri altında ezilerek uykuya daldım.






21 Mayıs 2013 Salı

Bir yudum hikaye...






Yüzünü yıkayıp aynaya öylece bakakaldı. Gözlerinin altı kıpkırmızı olmuştu. İki ay önceye kadar etrafa neşe saçan o adamın yerine, nefes alan bir ceset görüyordu aynada. Gözlerinden bir iki damla yaş daha boşaldı. Havluyla yüzünü kurulayıp lavabodan çıktı. Fonda Müzeyyen Senar’ın essiz sesi vardı. Tekrar arkadaşlarının yanına oturdu. Rakısından bir yudum daha aldı. Fondaki ses bu sefer Zeki Müren’indi. “Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim…”  diye başlayınca Murat elindeki kadehi havaya kaldırdı. Arkadaşlarının da bu şarkıya bir anlam yüklemesini bekledi. Kadehler tokuşturulunca Murat istemsizce uzaklara gitti, geçmişe doğru daldı sanki…
Sevdiği kızla kavga edip iki haftalık bir küslük yaşamıştı. Yine bir rakı sofrasında aramıştı sevdiği kızı. “Seni hep sevdim, seviyorum ve nefes aldığım sürece seveceğim” demişti. Kız ise sadece “Sevme  beni” deyip telefonu suratına kapatmıştı. Kızın hayatında başka birinin olduğunu öğrenmesiyle tüm hayatı altüst olmuştu. Aşk dolu yaşadıkları her gün, birlikte uyudukları, uyuyamadıkları, eğlendikleri, hayalleri, sözleri kocaman bir yalandı. Hayaller kurduğu o kızın gözlerinin bile yalan olduğuna inanıyordu artık ama kötü bir söz söyleyemedi. Belki söylese beş aydır çektiği bu acı dinecekti ama diyemedi tek bir kötü söz. Çok sevmişti çünkü, belki hâlâ da seviyordu ve biliyordu ki kimse onun Yasemin’i sevdiği kadar sevemezdi…
Hayatına yeni birini almak istedi ama yapamadı çünkü her gece uyurken burnuna Yasemin’in kokusu geliyordu. Murat her geçen gün eriyordu, acıyordu, kanıyordu. Arkadaşları bu duruma çok üzülüyordu ama ne elden nede dilden bir şey gelmiyordu…
Onsuzluğa alışmıştı artık unutuyordu acılarını. Tüm konsantrasyonu işindeydi artık. Nisan’ın ilk hafta sonunda kahve içmek için arkadaşıyla buluştu. Kahvesinden bir yudum aldı ve aklına o an rakı geldi. Rakı içerken geçmiş hatırlanırdı, Türk kahvesi içerken mazi… Geçmiş acı demekti, mazi gülümsetir ve geleceğe baktırırdı…
Mayıs’ın sonuna gelirken Murat bir telefon aldı ve  iş çıkısında Beşiktaş’a gitti. Hemen sahilde bulunan bir kafeye oturdu. On dakika geçmemişti ki karşısında Yasemin duruyordu. Ayrılmıştı o çocuktan ve ikinci bir şans istiyordu. Halbuki Murat’ın aklında sadece çektiği acılar vardı.  Kahvesini yudumlarken hep bu anı beklediğini geçirdi içinden… Pis bir tebessüm savurdu, Yasemin’e, acılarına ve hayatına…

P.S: Konuyla pek bir alakası yok gibi gözükse de "Deve-Diken-İnsan" 3'lüsü. Dürteceksin başka yolu yok!

Allah’ım gözleri, gözleri çok güzel…





Allah’ım gözleri, gözleri çok güzel… Sanki nurundan birkaç parça O’nun gözlerine bahşetmişsin.  Bebekler kadar şirin bir burnu da var. Güzel sözleri, tatlımı tatlı dudakları, kalbi, kirpikleri, bakışlarındaki o pırıltı… O’nu sevmek, seni sevmek gibi. O’na inanmak sana inanmak. O’nu üzmek sana isyan etmenin en kolay yolu sanki…

Ne bileyim elleri, teni, kokusu, rüzgârın esmesine sebep o güzel saçları… En güzel çiçeği kıskandıracak yüzü, inci tanesi dişleri…Güneş sadece sen görülesin diye doğar, ay, yüzün parlasın diye çıkarken. Yıldızlar sadece seni mutlu etmek için parıldıyor. Sanki tabiat sana amade, ben sana köle, sen kendi halinde, bunlardan habersiz biçare...

Sımsıkı sarıldığım anda son kez nefes alacak gibi saçlarının o mübarek kokusunu ciğerlerime çekerken, hasretle öpüşlerim. Çatlamış toprağın suya hasreti gibi hasret kaldığım dudakların… Ey güzel, sen ne güzelsin be! Senden çok basit bir şey istiyorum. Birbirimize ne zaman verelim, ne de saatlerden, günlerden, aylardan şikayet edelim. Boş ver her şeyi, herkesi, gel beraber yaşlanalım be…

P.S: Lan tamam ben bunu yazdım yazmasına, her kelimesine, her hissine inanarak. Lakin “nerede nerede o kız nerde?” Nerelerdesin ey gavur kızı! (ya da var ama o bilmiyor, mal mıyım ben? Psikolojik sorunlarım mı var? Şu anda kendi kendime konuşuyorum. Farkındayım. Neyse burayı da okuyorsanız sizde de bir sorun var lan, sigara yakın, olmadı bir soğuk su için, haydi öptüm.)

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Türkiye'ye ne oluyor?





Hatay... Türkiye'nin en önemli eski yerleşim yerlerinden biridir. Binlerce yıldır vardır. Kendi başına bir devlet olmuş ve 23 Temmuz 1939 yılında anavatana bağlanmıştır. Hatay sadece sıradan bir il değildir. Anadolu toprağının ve anadolunun o mağrur insanını içinde barındıran bir şehirdir. Türk, Kürt, Arap, alevi, sünni, süryani... Medeniyetlerin buluştuğu şehirdir...

Doğduğum şehirdir, şehrimdir.. Peki ne oluyor Hatay'a? Üzerinde ne türlü oyunlar oynanıyor? Yapılmak istenen nedir? Kamuoyu bu konuda çok bilgisiz...

Normal, sıradan bir Cumartesi günüydü, hava güzeldi, evlatlar annelerine hediye almaya çıkmışlardı. Bir gün sonra anneler günüydü. Anneler işine, komşuya, akraba ziyaretine... Ansızın olmuştu her şey. İki kahpe bomba ile sağır oldu kulaklar, sağır oldu Hatay... Evlatsız kalan anneler, annesiz kalan evlatlar. Bu ülkenin kara toprağı daha ne kadar kan istiyordu? Bitmemiş miydi? Çanakkale'de 250 bin aslan parçasını emanet etmemiş miydik toprağa? Ne kadar daha kan gerekli? Ne kadar...

Yayın  yasakları, yanıltıcı sözler, gündem değişiklikleri... Biz unutkan milletiz, unuttuk Hatay'ı... Dünyanın sayılı derbilerinden biri oynandı bir sonraki akşam. Fenerbahçe - Galatasaray unuttuk Hatay'ı falan. Ne gerek var ki gündem bir anda değişir. Başka bir pencereden bakarız. Akşam haberlerinde şehit haberlerini, Filistin'li çocukları izleyip kahrolsun PKK, kahrolsun İsrail diyen bizler, haberlerin ardından çıkan küçük Osman'a ağlamadık mı?

Neyse iğrenç bir maç oynandı pazar akşamı. "Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim" diyen Mustafa Kemal Atatürk'e inat, örnek olması gereken insanlar kavgaya tutuştular. "Aha olaylar oldu" derken oldu bir olay. Gencecik bir fidan öldü. Bir anne evlatsız kaldı anneler gününde. Farklı bir forma yüzünden...

Bize ne oldu böyle? Türkiye'ye neler oluyor? Biz ki düşmanımızı bile karşı sipere geçiren, ekmek veren, tedavi eden neslin torunları kendi dostumuzu öldürüyoruz. Bize en çok biz zarar veriyoruz... Yazık, çok yazık...


P.S: Dip not falan yok. Her şey ortada ey ortada...

10 Mayıs 2013 Cuma

Gelecekteki sevgiliye not...




Meleğim; ağzımın tadı  yoksa, hasta gibiysem, lokmalar boğazımda düğümleniyorsa, canım her an sıkkınsa, bulutlardan bile nem kapıyorsam, güneş doğsa bile tatmin olamıyorsam, inan bunlar sadece hayal ettiğim mübarek gözlerinin hasretindendir.

Her gece uyumadan önce, senin en güzel rüyaları görmeni diliyorum. Allah'tan seni koruması için gönderdiği meleklerin kanatlarının öyle büyük olmasını istiyorum ki, en masum, en kırılgan halinde bile sana kimseler zarar veremesin.



Aynı dünyanın çatısı altında, aynı oksijeni soluyor, aynı aya bakıyor da olsak belki de haberimiz yok birbirimizden. Aynı otobüse binmiş bile olabiliriz ya da aynı sıralara farklı zamanlarda oturmuşuzdur. Bir gece içerken sigaramı, saçlarının kokusunu rüzgarlar burnuma taşımış bile olabilir. Kim bilir?

Başka yakada, başka bir şehirde ya da ülkede... Bir yerlerdesin biliyorum, inanıyorum, kaderimizin kesişeceği o anı bekliyorum.

Sana papatyalar alacağım her sabah, işten gelirken sıcak ekmeğim komunun altındayken cebimde en sevdiğin çikolata olacak. Yıllar sonra karnına öpücükler konduracağım. Senin gibi narin bir kalbin seslerini dinleyeceğim. Sende bir mucizeye şahit olacağım belki kim bilir? Senin bu kurduğum  hayallerden haberin bile yok. Sende istiyorsun... Seni bulmak değil aramak isterim...

Sen bana, ben sana gelene kadar kendine iyi bak olur mu? Ben seni, senden öncede sevdim. Seviyorum, seveceğim...



Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
Sana hep, hep yeniden başlamak isterim.

Özdemir ASAF

P.S: Neredesin gavurun kızı? Kimseyi bu kadar beklemedim ben yahu! Kapriste bir yere kadar. Hadi bekliyorum. Öptüm, kib.

P.S. 2: Oradan, buradan, amannn!

7 Mayıs 2013 Salı

Akil Adamlar İlk Hedefiniz Kandil!




Önceden ne güzel magazin, milletvekilleri, sporcular vs. medyatik kişilerin haberleri yoğunluktaydı. Bir anda "Akil Adamlar" diye bir zümre çıktı ortaya. Kesinlikle içlerindeki her biri ayrı ayrı değerli ve saygın isimler. İşlerinde ve toplumda bir çok insana göre zirvede bulunuyorlar. İşte tam burada dünyada var olmasından en keyif aldığım soruyu soruyorum. "Neden?" ... !?!?

Neden ağğğbi? Amacınız nedir? Tamam illeri dolaşıyorsunuz, okulları, fabrikaları, esnafı, cadde, sokakları, ev hanımlarını, 76 milyon vatandaşa "kardeşliği, bir olmayı, saygıyı ve çözüm yollarını" anlatıyorsunuz. Müthiş bir şey ama kuzum inanın kendinizi yoruyorsunuz. Ne gerek var? Siz kocaman akil insanlar sokak sokak dolaşacağınıza dağdaki eli kanlı teröristlerle konuşun. Onları ikna edin... Akil Adamlar İlk Hedefiniz Kandil! Hadi, yemedi mi?

Dışarıdaki adam diyecek ki bu ülkede Türk Faşizmi var. Hani nerede? Türk Silahlı kuvvetleri dışında (devlet silah bırakmaz!) bir silahlı gücü var mı? Eşkıyası var mı? Halkın  halka bir problemi yok ki. Kürt candır... PKK?

Çocuk öldüren, bebek öldüren, sivil öldüren adamları affetmemizi nasıl beklersiniz akiller? Sizin iç sevdiğiniz birileri öldü mü? Öldürüldü mü? Kötü bir şey yapmıyorsunuz, iyi bir şey de...

P.S: PKK bitmeli arkadaş. Yoksa Kürt, Ermeni, Alevi, Şii, Dersim'li hepsi gardaşımdır ezelden. Akil akil gel .... bana takıl ağğğbiiim. Öğreteyim sana akilliği..

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Şımarıksın çocuk...





Şımarıksın çocuk... "O da dert mi canım?" diyene tek savun "Herkesin derdi kendine büyüktür." öyle mi peki? Ne çektin ki hayatta? Aç kaldın mı mesela Afrika'daki bir çocuk gibi? Ya da başına bombalar yağdı mı Irak'ta ki çocuk gibi... Yetimhanenin soğuk betonuna "anne" tasviri çizdin mi? Sonra sarıldın mı o soğuğa? Bir okul çıkışında İsrail askerlerinin namlusunun ucuna denk geldin mi? Kaç gece tecavüze uğradın? Kaç gece hıçkırarak ağladın... Enkaz diplerinde babana seslendin mi  hiç? Kardeşini hiç görememe telaşını yaşadın mı?Bir gece de tüm sevdiklerini kaybettin mi? .... Sen ne çektin be çocuk...

Şımarıksın sen çocuk... Olmayan dertlerini dert sanıp dertleniyorsun başka yaptığın bir şey yok. Tek doğdun, tek öleceksin... Taş çatlasan 100 yıl bu dünyayı göreceksin. Peki bu kadar hırs niye? Üzülme, üzme amacın ne diye? "Aşık" olduğunu zannedip girdiğin bu tripler niye? Bu kadar acı bir sonrakine ihanet değil mi? vs. vs. Derdin falan yok geri zekalı şımarıksın işte. Adam ol, kendine çeki düzen ver...


P.S: Paradokslarla dolu bir yazı. Aslında sizin tarafınızdan hiçbir şey belli olmuyor ama ben şımarığım... Ama kime ne? Siktiri boktan şeyleri dert ediyorum ya. Bazen "Offffff" deyip sigara yakmak yerine " Siktir et be" demek çok istiyorum. Dediğim zaman haberiniz olacak. Ergensel duygulara dewam ediyoruz qanqa. Ok kiß.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir değirmendir bu dünya.




Bir değirmendir bu dünya... Eleğinden her an birileri geçer, gider. "Neden?" sorusunu kimse sormaz. Mesela 80 yıl sonra, dünyada şu anda nefes alanların %90'ı  yaşamayacak bile... Bu kadar kısa bir hayatta kalp kırmak, üzmek, üzülmek niye? Sessizliği bozan kahkahalar olması gerekirken neden hıçkırıklar? Hayat çok kısa, üzülmek ve üzmek için çok ama çok daha kısa... Bu kadar kötülüğün ve karanlığın arasında sen iyi olsan? Sen bir ışık yaksan, tüm karanlığı dağıtsan... Polyanacılık diye düşünebilirsin ama değil. Bir ateşte sen yakmalısın karanlığa karşı. En basiti şu anda bu yazıyı okuyorsan hayattasın, nefes alıyorsun... Ve hâlâ boş boş oturuyorsun.

Haydi kalk! Sev, sevil, aşk'ın tadına bak. Kendini dört duvar arasına mahkum etme sokağa çık. Hayat sokakta. Sokakta hiç tanımadığın bir insana gülümseyerek selam ver. Oksijeni, ciğerlerin patlayıncaya kadar içine çek. Dostlarınla kahve iç, sigara iç. Eve dönerken annene çiçek al, sevgiline hiçbir şey yokken "Seni seviyorum" de, dostlarına "iyi ki varsınız" de, bir parkın önünden geçerken bir çocuğun saçlarını okşayıp onu salıncakta salla, gece kahveni içerken en sevdiğin müziği açıp yıldızları izle... Yani YAŞA! Ne kadar uzun hayat sürdüğünün ne önemi var? Ne kadar yaşadığın önemli. Hayatı ıskalama lüksün yok! Hayat plan yapmak, üzmek, üzülmek, kalp kırmak, kötü olan her şey için o kadar kısa ki...

Şimdi kalk ve YAŞA!

P.S: İlk kez insanca bir şey dedim size. Hâlâ öküz misali ekrana bakıyorsun. KALK! cicilerini giy ve sokağa çık. Bir yerden başla hayata. Şu anda bunu okurken harcadığın saniyelerin bile telafisi olmayacak... Öptüm, kib, by. Ok iyi eğlenceler sana!

30 Nisan 2013 Salı

Gidişinin Ardından 2




Bugün akşam uyandım, herkese inat kahvaltımı yaptım, 
tabi ki yine güneşi de görmedim.Telefonuma da bakmadım. Hem neden bakayım? Arayan soran biri mi var ki? Türkiye'ye ne olduğunu umursayıp gazeteye ve televizyona da bakmadım, ihtilal olacak hali yok ya. Biçare kendimi sokağa attım.Gezdim, gezdim, gezdim... Bir kafeye girdim, en güzel masaya oturdum, sonra sıkıldım kalktım, tekrar dışarı çıktım. Bir büfeye girdim, üç kuruşa köpek öldüren bir şarap aldım, gazetenin 3.sayfasına sardım. Bir kaç yudum içtim ama hemen midem bulandı. Bende kızdım şarabı yere döktüm. Cezalandırdım onu! Canım dahada sıkıldı en iyisi eve gitmekti. Eve girer girmez kendime bir kahve yaptım ve koltuğa yayılarak uzandım. Kahveyi masanın üzerine koydum. Dolaptan soğuk kolayı çıkarıp, bir, iki yudum aldım. Dvd'ye "P.S: I Love You" filmini koydum, film izleme moduna girdim ama uyuyakalmışım, uyandığımda film çoktan bitmişti. Tuvalete gittim ama işemekten vazgeçtim. Biraz tutmalıydım, belki sonra işerken mutlu olabilirdim. Aynada gördüğüm insandan bozma yaratığa gözlerim ilişti. Acıdım biraz sonra vazgeçtim. "Allah belanı versin, iyi oldu sana... İnsan böyle sever mi? Severse böyle olur işte mal!" deyip incinen egomu düzelttim. Odama geçip son gece giydiğin ve üzerinde hâlâ o iğrenç parfümünün bulunduğu tişörtü yatağın üzerine usulca bıraktım. Aslında yıkamak istedim ama eskisin istemedim severim o tişört yok parfümün kokuyormuş, yok en son sen giymişsin alakası yok yani. Sonra tişört sarıldım kaçıncı damla bilmiyorum ama yine gözlerimden bir kaç damla daha düştü tişörte... Öyle uyuyakaldım. 

       Gidişinin ardından pek bir değişiklik olmadı. Hiçte koymadı merak etme sen. Yine kahkaha at bir göt gibi... En güzel yaptığın şeyi yap. Hiçbir şey olmamış, birisinin hayatını hiç sikmemiş gibi yaşamaya devam et.

P.S: Tişört oğlum o tişört lan! Şimdi yukarıda okuduğunuz geri zekalı  her kimse tam bir geri zekalıymış. Şimdi o dudakları başkası öpüyor, başkasının koynunda sabaha kadar onla yiyişiyor sen kalkmış kanıyorsun. Hani öyle bir kanıyorsun ki koyun yününden halı sarsan o kanama durmuyor. Neyse ne desem boş sana. Allah kahretmesin seni mal!

29 Nisan 2013 Pazartesi

Gidişinin Ardından...




Hayatı kelebek telaşıyla yaşadığımdan hep kaybetmelerim. "Neden gün 24 saat ki?" sorusuyla hep kendimi sıkıştırdığım oluyor. Yetmiyor ki bu kadar kısa zaman insana. Sınavlar, iş, hayaller, arkadaşlar, aile... Bu deli koşuşturma içinde beni seven, kocaman seni göremedim bile. Senle görüşmek istedim, sonra hep vazgeçtim, belki sevmekten, bağlanmaktan korktum ama denedim.

Her şey güzeldi aslında. Sen her an yanımdaydım, belki de varlığına alışmıştım. Hep vardın ve hiç gitmeyecektin gibiydi her şey. Beni fazla sevebilmen için hiç bir çabam olmadı. Sonra sen gittin...

İnsan ne yazık ki sevgiliyi gitmeden sevemiyor, elindekinin kıymetini varken bilemiyor. Gittiğin anda başladı gerçek hikaye, acılarım, göz yaşlarım... Benimleyken rahat olan gönlüm, gittiğin anda telaşa kapıldı. Giden kıymetlenir ya, en büyük hazinem oldun. Benim olması gereken sen artık başkasınındın. O gözler, o eller, kokun... 

İyi olmaya çalışıyorum. İki haftadır doğru düzgün uyuyamıyorum. Göz altlarım mor ve patates çuvalı gibi ama gülümseyebiliyorum. Geceleri bazen ağlıyorum sonra susuyorum. Yemek yiyemiyorum artık. Sadece sigara altı yapıp devam ediyorum güne. Bir gün artık 72 saat falan, geçmiyor ki zaman. İnan çok fazla boktan... "Havalar güzel" diyorlar ama benim için hep gri, anlaşamıyoruz hiçbir konuda biriyle. Susuyorum sonra tekrar susuyorum. Sessizlik sağır edici oluyor. Film izlemeye karar verip vazgeçiyorum. Gezmeye dışarı çıkıyorum bakıyorum hava kasvetli ve gri eve dönüyorum. Gidişinin ardından pek bir şey değişmedi. Boktan olan hayat daha çok boktan oldu. Suç ne sende, ne de bende...

En zoru da ne biliyor musun? Aynı iş yerindeyiz be vicdansız. Varken yokluğuna alışabilmek nasıl piç bir duygu anlatamam sana. O'ndan gelen her mesajda yüzünde o boktan ama sıcacık gülümsemede Azrail'le düello yapar gibiyim. Sen nereden bileceksin ki. Neyse hâlâ gülümsediğini bilmek bana değişik bir huzur veriyor. Sen; Ağustos'un sıcağında iki kavak ağacının arasına kurulmuş hamakta, rüzgarın yüzüne vurduğu o anki çocuksu mutluluğun, huzurun adısın...




P.S: 

Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım

Atilla İLHAN

25 Nisan 2013 Perşembe

3 Ten 1 Yalnızlık'tan...



" 3 Ten 1 Yalnızlık" kitabından....

ARKA KAPAK

Her günahımda tanrıya koştum, her öfkemde onunla konuştum.
Serin sedir ağaçlarının gölgesinde, yanmış ruhumu bedenime dikerken, yamalarım açıldı, patladı dikişlerim.
Kaburgalarımdan ruhumu gördüler, açıklarımı…

Sanem, günahkar bedeninde masum ruhunu okşuyordu. Pek bir seveni yoktu, bunu o da biliyordu. İnsanlar kötüydü, menfaatçiydi. Namuslu ve temiz bedenlerinde fahişe bir ruh saklıyorlardı. Erdemli gözüken karakterlerinin altında yatan, acımasız egolara sahip insanlar… Namusu iki bacağı arasında arayan namussuz insanlar…


ÖNSÖZ

Hepimizin günahları vardı, pislikleri… Hiçbir suyun temizleyemeyeceği. Zor zanaat insan olabilmek, insan gibi yaşayıp yaşatabilmek…
Bu kitabı yazmama sebep olan Sanem’e binlerce teşekkür ederim. Günlüklerini ve hayatını cüretkarca önüme sunduğu için… Acılarını, sevinçlerini, sırlarını, göz yaşlarını, kahkahalarını… Sen her zaman gülümse Sanem…
Çocukluğumun en masum hallerimden, ergenliğimin en asi hallerine ve yirmi dört yıldır desteklerini ve sevgilerini hiçbir zaman esirgemeyen, arkamda Ağrı dağı gibi onurlu ve dik duran aileme binlerce teşekkür ederim.
Kahrımı, egolarımı, mutsuzluğumu, hasta olmamı, sinirli hallerimi, asabiyetimi, beni her türlü pis huylarımla çeken, varlığı için her gün Allah’a şükrettiğim değerli arkadaşlarıma, dostlarımı binlerce teşekkür. Siz hep var olun bana bir şey olmaz.
Hayatıma giren, çıkan, acıtan, inciten, seven, sevmeyen herkese teşekkürler…

Her dokunuş bir izdir, hatıralarda hiçbir zaman silinemeyen…


P.S: Hüseyin Yıldız yaparsa efenim... :p

24 Nisan 2013 Çarşamba

Bitmez hiçbir aşk, yarım kalır...




Başlamaz hiçbir ilişki bitsin diye. Afilli ayrılık sözleri ya da günahkarın seçilmesiyle bitmez. Eğer sevdiği halde bitiyorsa bir ilişki, yorgundur ruh. Başını yastığa koyduğu anda geliyorsa esmer teni, küçücük yüzü, kocaman gözleri, geceyi kıskandıracak kadar siyah saçları... Bitmemiştir aşk, yarım kalmıştır.

"Gururlanırsa aşık, aşık değildir artık" demiş şair. Sen bir adım atmaya çekinirsin, o da inadını kırmaz. Laf söylediğinde ki o utangaç gülümsemesi gelir aklına, gözlerini kaçırması, sen dayanamaz bir "off" çeker ve bir dal sigara yakarsın, gecenin karanlığında.

Bir isimde kalır aşk, gecenin en kuytu köşesinde... Kadın anlamaz zaten erkeği. Erkek açık olmaz, her şeyi anlatmaz, anlatmak istese de anlatamaz. Erkek biraz gizemli olmalıdır... Bitmiş olman pahasına seversin sen. Bitmez hiçbir aşk, yarım kalır...

P.S: Susmak, avazın çıktığı kadar susmak...

20 Nisan 2013 Cumartesi

Tek Gecelik Ruhsuz Sevişmeler..



1)

Neydi insanın hayvani tutkulardan hududu?
Sevişebilmek için ne zaman yitirdi aşk hükmünü?
Utangaç tebessümler yerini  hangi vakit bel altı gülüşlere bıraktı?
Ey insan evladı!
Aşk yerini ne zaman tek gecelik ruhsuz sevişmelere bıraktı?

2)

Bir pazar sabahına uyandım, gözlerim uykusuzluk ertesi.
Tüm sokaklar ıslak, rüzgar yapraklarla meşk içinde,
Hava serin...

Bayram halinde bütün ruy-i zemin,
Ey sevilen, gönl-ü dergahımın
Işığı, nuru, umudu, mutluluğu sensin...

19 Nisan 2013 Cuma

Aşk'ın rengi...






Aşk... Aşk öylesine bir duygudur ki. Renk, dil, din vs. hiçbir tabuyu, kuralı tanımaz. Bilimsel olarak hormonların salgıladığı bir kaç sıvıdan ibarettir. Üreme dürtüsünün bir ürünü. Lakin aşk bilimle açıklanacak bir hadise değildir. Aşk hakkında binlerce kuram ve kural uyduran insanların hepsi bence aşkı götünden uyduruyorlar.

Dünyanın en eski aşıkları Diyarbakır'da bir kazıda, birbirine sarılı şekilde bulunan bir kadın ve erkeğin cesedi, sevgili olarak kabul edildi. Bundan 8 bin yıl öncesi... Bildiğimiz ilk aşıklar ise Adem ve Havva'dır. Cennetten kovulması uğruna sırf Havva istiyor diye yasak meyveye uzanmıştır Adem. Aslında her erkek bir Adem'dir...

Aşk her kese göre bir renktedir. Pembe, kırmızı, beyaz... Aşk aslında "siyah"tır. Aşk bazen huzurludur. Göğsüne uzandığında o mübarek başı mütemadiyen bir huzur kaplar içini yemyeşil doğa gibi. Aşk, bazen dolu dizgin bir tutkudur. Kıpkırmızı alev gibi. Boğaz kenarında burnuna gelen o muhteşem iyot kokusu gibi mest eder kokusu, alabildiğince mavidir boşlukları... Onsuz olmaz dersin, teninden en derine kadar ısıtır varlığı. Güneş gibi sapsarı. Tertemiz, dupduru, berraktır. Kar gibi masum ve paktır. Beyazdır Aşk... Aşk'ın içinde her renk vardır. Tüm renkleri birleştirince de Siyah meydana gelir. Aşk gece gibi siyahtır...

Aşk bir bilmece değil, korkulacak bir öcü hiç değil. Aşk sadece yaşanır...


P.S: Aşık insan güzel insandır. Giyimine, yürüyüşüne dikkat eder. Dişlerini fırçalar, saçlarını yapar. Yere türkürmez, yere çöp atmaz. Aşk insanı adam yapar... 

18 Nisan 2013 Perşembe

Akıllı ol ! Beni seveceksin....




Tek derdimin cebimdeki bir paket sigara olmasını, işten döndükten sonra arkadaşlarıma yaptığım anlık eğlencelerin ve bir günü savmanın telaşındayken kalbim. Dünyada ki tek Melek annem diye düşünürken tanıdım seni... Tanıdım tanımasına da topyekün değişti hayatım bir anda...

Sevmeyi, sevilmeyi hep isterdim. Bir erkeğe en çok yakışan şey sevmekti, ki sen bana çok yakıştın, herkes yakıştırdı. Herkesten saklamak isterken seni, tüm dünyanın senin benim olduğunu bilmesini de istedim. 

Gözlerimi kapattığımda direk gözlerin geliyorsa gözümün önüne, rüzgar mütemadiyen kokunu savurarak getiriyorsa, bende o mübarek kokunu çekiyorsam içime.
Eğer umursamıyorsam kötü olan hiçbir şeyi, tek düşündüğüm sen ve geleceğimiz ise, başka yolu yok. Aşk olsun deyip tutacaksın elimi. Dinlediğim her şarkının içinde sen varsan, okuduğum kitapların, çocukken dinlediğim masalların, izlediğim filmlerin asıl kızı hep sensen, herkeste, her yerde biraz sen varsan, gelecek dediğimde, ömrümün o diğer zaman dilimleri rakamlarla değil adınla gösteriliyorsa, beni üzen, sevindiren, mutlu eden, kızdıran, öfkelendiren sensen... Anlık kavgaların sonu aptal bir gülümsemeyle son buluyorsa, her geceyi senle bitirip, rüyalarımda devam edip güne seninle uyanıyorsam eğer... Akıllı ol! Beni seveceksin...


P.S: Aşk bazen bir dokunuş ya da bakış vs. vs. her ne boksa. Aşk yaşayana ve yaşatana göre değişir. Ben bakışlardaki aşkı gördüm. Mutlu olun siz ey dostlar... B-M... Nazar etmeyin lan! 



P.S: Umarım küçük küçük yeğenler "Aslan gibi doğarlar..." :p 

17 Nisan 2013 Çarşamba

Arkadaşlık üzerine...






İnsanın ihtiyaç duyduklarından biridir arkadaşlık, dostluk... Arkadaş ve dost kavramları birbirinden farklıymış gözükse de aslında aynıdır. Dost arkadaşlığın zirvesi durumudur. Bir insan mahallenden, çevrenden, ilkokuldan, liseden, üniversiteden vs. vs. bir çok yerden arkadaşın olabilir. Bir çok arkadaşın vardır ama kendi aralarında değer farkı oluştururlar...

Sosyal olmak için, eğlenmek için arkadaşlarımıza ihtiyacımız vardır. Bir çok şey paylaşabiliriz. Zaten arkadaşlık paylaşmaktır... Değer üstüne değer katılır böylelikle. Acılarımızı paylaştıkça azaltır, mutluluğumuzu paylaştıkça arttırırız...

Yıllardır bozulmadan giden arkadaşlıklara da "kadim dost" denir. Artık kadim dost dediğin şahıs bazı konuları aşmıştır. Haksız da olsan bir konuda onun gözünden haklısındır. Sır söylesen bilirsin ki onla mezardadır...

Bir insanı yıllarca tanırsın arkadaşındır, canındır. Lakin bir başkası gelir direk baş köşeye oturur. İnsanlar bir maden ocağı gibidir. Kazarsın kazarsın zümrüt çıkar, yakut çıkar. Zamanla devam edersin safir çıkar, hepsi değerli taşlardır. Baş üstü edersin ama en dipte, belki de yıllar sonra elması bulursun en değerlisi odur. Geçmişte bulduğun zümrüt, yakut ya da safirden daha değerlidir... Arkadaşlık önemlidir ve her biri aslında bir elmastır...

P.S: Bazen diyorum arkadaşlar çanta gibidir. Seni güzel gösterir ve modası vardır. (Hakan ve Ayşe'ye ithafen) Bokumtrak şeylerle kalp kırmaya gerek yok. Bizim ihtiyacımın olan tek şey sevgi. Azıcık sevgi... Hmm tmm ok. By.

P.S 2: Allah'ın bana verdiği ve her an Allah'a binlerce şükürler ettiğim güzel arkadaşlarım. Siz hep var olun bana bir şey olmaz...

16 Nisan 2013 Salı

Şerefine şerefsiz...




Hiç yoktun hesapta, bir anda çıktın sahneye... Sevmeden seviyormuş gibi yaptım. Zamanla sevdim, çok sevdim. Hatta bir ara kalemi, kağıdı atıp sana çikolata yapmak, bu işte usta olmak istedim. Seversin ya çikolatayı. Bir de böyle bahçeli bir evimiz olsun sana mevsimi hiç geçmeyen papatyalar yetiştirmek istedim.

Sen hasta olsan bile açısını benim çekmemi diledim. Her gece dua ettim. Asık yüzünü görünce cehennemi yaşadım, gülümsemenle cennetle tanıştım. En iyi işimdi seni sevmek, seni mutlu etmeye çalışmak. Fazlasıyla bencildin, ziyadesiyle kör kütük aşıktım. Karşı koyamadım.

Her gelişinde gitmemen, gittiğinde de dönmen için dualar ettim. Adaklar adadım yüzün gözün hürmetine, mutluluklar diledim benden sana binlerce...

Neden gittin ki sen? Aklımdan çıkmayan o adın her aklıma geldiğinde(!)  şehrime yağmur yağıyor... ya da gözlerime... Sağnak dinsin diye, acın geçsin diye dua ediyorum... Hâlâ masum rüyalarıma girip gecemi mahvettiğin de oluyor, hayatım gibi. Çok istiyorum ama yine de kızamıyorum. Neden bilmiyorum ama seni gereğinden, haddinden, hak ettiğinden fazla seviyorum... Değmezsin bunu inan bende biliyorum ama karşı koyamıyorum...

Akşam oluyor sen, sabah, öğle, ikindi sen... Bir gün daha geçiyor sensiz ama senle...

P.S: Şerefine şerefsiz hayat.... Ergenlik sancıları... Coming Soon.